Perşembe, Ocak 31, 2008

Ellerin

Çok seviyorum biliyor musun
Ellerini?..
Ne kadar güçlü ve güzeller..
Kendimi sonsuz bir
Güvende hissediyorum,
Ellerinin arasında..
Ellerin çok güzel, biliyor musun?
Bana sımsıkı sarılsana,
Sımsıkı sarıp, sarmala bedenimi..
Bazen bir sevgili, bazen bir arkadaş, bir dost
Bazen bir baba eli gibi
Kuvvetli ellerin
Sevgilim..
Saçlarımla oyna biraz daha
Durma
Bak yine uyuyakalmışım kollarının arasında
Ellerin başımda,
Şefkat, sevgi, aşk dolu ellerin..
Başımı biraz sıkar mısın
Sevgilim?
Sevgiyle öpüyorum ellerini,
Aşkla..
Hiç ayrılmasan yanımdan benim..
Ellerin bana güven veriyor sevgilim..


IQ't vd311814241

Pazartesi, Ocak 28, 2008

Ödün

Verdiğim ödünlerimi yakıyorum
Soğuk kış gecelerinde gönlümün..
İki çeki ödün aldım yaşadığımız günlerden
Her akşam iki çeki
Besliyorum bilinçaltımı..
Ödün, ödün, ödün..
Yolun sonu ödün..
Kişiliğin şah damarına dayalı
Keskin bir bıçak..
Başlangıcı muallak
Biteceği nokta kesin ancak,
Kestiremesek de..
Verdiğim ödünlerimi yakıyorum
Yalnız ve soğuk kış gecelerinde gönlümün..
Her hataya bir ödün düşerken,
Her ödün bir hataya dönüşmüş,
Sızlamasını hissetmediğin yansımasına
Bak, aynadaki gönlünün
Ödün biriktiriyorsun, farketmesende
Aynı sonu düşlüyor bilinçaltın senin de
Bakıp bakıp anlam veremesen de..

IQ't 281815091

Cumartesi, Ocak 26, 2008

Stockholm, İsveç


Aman dikkat! Avrupa Birliği üyesi olan bu ülkede Euro kullanılmıyor. Her ülkede ayrı para kullanıldığı günleri anımsadım. Euro'ya geçtikten sonra ne kadar rahat etmişiz ve farkında değilmişiz meğer.

Stockholm şehrine indikten sonra, en kısa süre yolculuk yapabileceğim seyahat aracı olan Arlanda Express'e yöneldim. Biletleri otomatik makinelerden alabiliyorsunuz, tabiki Euro yerine SEK (İsveç Kronu) kabul ediyor yalnızca makine. Biletinizi tren içinde alacak olursanız 50SEK fazla ödüyorsunuz. Trene bindikten sonra bir çift ve ayrı oturan iki bayanla hemen muhabbete başladık. Ya onlar sıcak ya da ben. Ya da herkes :) Sonuçta sıcakkanlı insanlar. Görevli bayan geldi ve Euro kabul edemeyeceğini söyledi. Kredi kartımı alıp geri vermesi 1sn'den daha uzun sürmedi. Ücreti kestiğini dahi anlamadım desem yalan olmaz. Yanımda oturan çift şaşkınlığımı anlamış olmalıki ortaya laf atıldı: 'How quick huh? :)" Sanıyorum bu reklamlarda gördüğümüz uygulamaya benziyor. Sonraki alışverişler kredi kartı ile olacak belli oldu. İndikten sonra bir taxi ile otelime gittim. Taxi'lerde bir çok mesafe için 'fixed prize' uygulanıyor. Tongaya düşmemek gerek. Örneğin 'old town' dedikleri Gamla Stan ve çevresinde benzer tek tarife uygulanmakta. Ancak belirtilmiş yerler dışında farklı bir isteğiniz olursa o zaman gün içinde saatine göre 4 farklı tarifeden birini uyguluyorlar. Taksilerde kredi kartı kabul ediliyor neyseki.. Kısa olsun diye treni seçtim ama 2 vasıta ve üstüne birde kart vs.. ile uğraş dur. Dönüş Airport Shuttle ile olacak, kesin..

Ertesi gün toplantı saatime kadar Gamla Stan'ı turlamaya karar verdim. Birçok yerde belirtildiği gibi 'Eski Şehir' olarak geçen Gamla Stan korunmuş tarihi yapısıyla dikkat çekecek bir yer. Hava sıfır derece civarlarında. Dışarıda insanlar eldiven ve berelerini takmış dolaşıyorlar. Hemen heryerde bisiklet yolları, bisiklet ve koşucular için ayrılmış olan trafik ışıkları bulunuyor. Bizde yaya için dahi yokken.. 'Bu havada?' şaşkınlığı içinde kendi kendime söylenirken yanımdan koşarak geçen insanlara bakıyorum istemeden. Bisiklet kullanımı kızlar arasında oldukça yaygın. Ne yalan söyleyeyim böyle bir havada hemde mini etekleriyle bisiklet kullanan tiplere ilk kez rastlamanın şaşkınlığını bir süre atamadım üzerimden. Bir ara moda olduğunu duymuştum ama hani şu kalın çoraplar, bir zamanların taytları burada salgın halinde. Hatun kişiler başka şey giymez olmuşlar incesi kalınıyla.

Gamla Stan en eski yerleşim yeri Stockholm'ün. Sokakları oldukça dar. Dar kelimesi öylesine kullanılmış bir kelime değil, kimi yerlerde 1m'ye düşen sokaklar bunlar. Genellikle 2-2,5m civarında. Öyleki bazılarına araç girdiği zaman yanından yürüyerek geçemiyorsunuz neredeyse. Ancak dolaşmak ve fotoğraf çekmek için oldukça ilginç mimariya sahip olması nedeniyle ben sevdim.

Arada birkaç taksi deneyimim daha oldu ve özellikle söylemek istediğim kesinlikle gittiğiniz yere doğru fixed prize uygulamasını teyit edin ve kredi kartı kullanın. Uyanık geçinen adamlar pariteyi kendi lehlerine 2 katına çeviriyorlar, 'yerseniz' tarifede 2 katına çıkıyor doğal olarak. Adamlar Euro kullanmıyorlar, ne takside ne otelde ne restoranda ve nede marketlerde.. Turistik mekan ama üzerinde Euro bulunduran insan yok!

Hemen herkes düzgün aksanla İngilizce konuşuyor. Arada iki çift sohbet etme imkanı bulduğum insanların havanın aksine oldukça sıcakkanlı olduklarını söyleyebilirim. Şu mini etekle bisiklet kullanma meselesinide garip karşılıyorlar, ama cümleler anlaşılmışcasına şu şekilde sonlanıyor; 'birde yazın gelip görmelisin!' :)..

Şehir, adı üstünde (!) bir çok irili ufaklı adacıktan oluşuyor; Stockholm. Adacıkların arasında nehir dedikleri akıntılar var. Gerçekte ortada bir nehir bulunmuyor. Şehrin sol tarafı tatlı, sağ tarafı ise tuzlu su, yani deniz. Teorik olarak oradan tekne ile Türkiye'ye ulaşmak mümkün Baltık Denizi üzerinden.

Gamla Stan ve çevresindeki küçük adacıklarda bile onlarca galeri ve müze bulmak mümkün. Vaktim olmadığı için yalnızca bir tanesini seçiyorum aralarından, en meşhurları, ilgimi en çok çeken; The Vasa Museum . Dışarıda hava dondurucu, özellikle esmeye başladığı zaman. Genelde yaptığım gibi yürümeyi tercih ediyorum şehri tanıyabilmek için.

Vasa adlı gemi kesinlikle görülmesi gereken tarihi eserlerden biri. Korsan filmlerinden fırlamış gibi ve yanı başınızda canlı şekilde, her an hareket edecekmişcesine duran devasa bir gemi. Karaya çıkmak ve diğer gemilere yanaşmak için kullanılan filikası bile 12m uzunluğunda ve geminin tümünü izleyebilmek için 5 katlı bir yapı kullanılmış, gerisini siz düşünün artık.
Burasıda, Paris gibi, şehrin bahsettiğim merkezi kısımlarında oldukça temiz ve düzenli yapılaşmaya sahip. Yayalara yeşil yanarken üzerinize süren garip taksi şöförleri hariç genelde otomabil ve bisiklet sürücüleri kurallara uyuyorlar gördüğüm. Yayalarda ise durum bize göre iyi sayılır ama insan heryerde insan işte.

Gelmeden önce duymuştum, burada hemen herkes spor yapıyor ve fizikleri genel olarak iyidir diye. Gerçekten dolaştığım her köşe başında koşan, bisiklete binen insanlara denk geldim günün her saatinde. Elinde kayak takımlarıyla dolaşan insanlar ise bir süre sonra size yabancı gelmemeye başlıyor zaten. Şehre 10km uzaklıkta yapay bir pist olduğunu düşünecek olursak pekde garip sayılmaz doğrusu.

Kızları da hani memleketi bırakıp buralara yerleşecek güzellikte değiller. Ancak haklarını yememek gerek, gece bara, diskoya gitmemiş olmama ve kışın ortasında bulunmamıza rağmen dikkat çeken tipler yok değildi hani. Gerçi, birde yazınmı gelip görmeli ne? Yerlisi yabancısı aynı şeyi boşuna vurgulamamıştır herhalde.


Dönüş için havaalanına giderken yol boyunca sohbet etme imkanı bulduğum şöför arkadaş Türkiye'ye daha önce gelmiş, Alanya'ya. Türk kızlarının güzel olduğunu vurguladı oda. Kesinlikle :). Ne kadar rahat olduklarını sordu, İsveç kızları gibi rahatmıdırlar şeklinde? Ayrıca Türkiye şimdi tehlikelimi merak ediyormuş. Tehlike içeren bir durum olmadığını söyledim. Kızlarımız ise birçok büyük şehirde oldukça rahat yaşar durumdalar. Henüz evlilik dışı yada öncesi birlikte yaşamak yaygınlaşmış olmasa da, kızlarımızın kafasında yer etmiş durumda. Ailelerinden ve çevreden çekiniyor olmasalar birlikte yaşayan insan sayısının hızla artacağını düşünüyorum. Onlarda durumun nasıl olduğunu sorduğumda, iki çocuğu olduğunu ve evli olmadığını söyledi gülerek. Anladım dedim, neden evlenmiyorsunuz? Bilmem, ne gerek varki zaten birlikteyiz dedi. İsveç bu konuda rahatmış, hatta Avrupa'ya göre de rahat sayılabilirmiş.
Ancak geçenlerde yapılan bir televizyon programından bahsetti. İsveç normlarında (!) güzel bir kız ve yakışıklı bir çocuğu barlara salmışlar. Kız tabiki boş çıkmamış elini attığı mekandan. Ancak yakışıklı çocuğumuz eli boş çıkmış asılmaları sonucunda. Yani bir garip bu kız milleti, ne olacağı yine de belli olmuyor diyede eklemeyi ihmal etmedi.

Ekşi Sözlük'te çok güzel entry'ler var, bilgi için tavsiye ederim. Özellikle Goddard ve Ikeaman 'ın girdikleri çok faideli..
Açtığım gibi bitireyim, sinir oldum. Adamlar Euro kullanmıyorlar. Kendilerince şekilmi yapmaya kalktılar ne? Hesaplar SEK geliyor, Euro veriyorsun, üzerini kurdan geçirip SEK olarak veriyorlar, oohh. Söylediğim gibi, buraya gelirken muhakkak SEK bulundurmak gerek üzerinizde. Avrupa'nın meşhur diğer ana kentlerini gördüyseniz, buraya da gelinebilir, tabi yazın :).

Cuma, Ocak 25, 2008

Gemi

Fırtınalar kopup gelir
Sana mecbur yüreğimden,
Belli belirsiz yağmurlar
Gözlerimde..
Ne gemiler
Yolladım
Gökkuşağı bitmez
Denizlerine,
Ne gemiler yolladın
Adı masum
Koylarının
Kuytularına..
Her biri bir ay süren
Üç günümüz oldu seninle;
Bir gün güneş doğdu,
Yağmurlar yağdı ertesi gün..
Ve ben öldüm
Hani çekip gittiğin o
Son gün..

IQ't 251822271

Perşembe, Ocak 17, 2008

Kin

Öyle bir kin çöktü ki içime
Bir şekilde ortaya çıkacak..
Kötülük yapacaksam eğer
Hayatımda ilk kez,
Bu en kötüsü olacak..
Kıpkırmızı yağacak kar..
Gözlerime çöken,
Aldatılmış gönlümden
Çağlaya çağlaya akan
Kan gibi, kıpkırmızı olacak..
Yanmış etimin kara dumanı,
İsli bir pisliğe bulayacak mavi gökyüzünü..
Gece gündüz karanlık..
Nasıl lime lime edildiyse gönlüm
Öyle parçalayacağım herşeyi
Geçene kadar aldatılmış gönlümün kini..
Söylenmiş tüm yalanlar için
Tek bir kötülük yapacağım..
Öyle bir kin çöktü ki içime
Bir şekilde ortaya çıkacak..
Kötülük yapacaksam eğer
Hayatımda ilk kez,
Bu en kötüsü olacak..
Tüm şüphelerimi tek bir ilmekte
Geçirirken boğazıma ,
Masum yada değil tüm kötülerle
Aynı toğrağa gömüleceğim,
Yanan sevdamın külleri altına..
Ve
İşte o zaman açacak bahar çiçekleri
Yeni dünyada..

IQ't vdm 171815521

Salı, Ocak 15, 2008

Find me on the map, blogzoner..

Türkiye'den ekleyen ikinci kişiyim gördüğüm kadarıyla. Sanıyorum yakında yaygınlaşacaktır bu da, hızla tükettiğimiz diğer herşey gibi.. Tabiki evin çatısının üstünü işaret etmeyin, şehir yeter :)
Find me on the map!

Çarşamba, Ocak 09, 2008

HER GÜN, HER SAAT

Her gün, her saat unut beni
Her gün, her saat hatirla..

Her gün, her saat yeniden unut beni
Baktiginda gökyüzüne, yildizlara
Tuttugunda baska birisinin ellerini
Koydugunda basini yabanci bir omza
Gözlerinin baska gözleri oksadigi
Gülüsünün baska bir ruhu isittigi
Nefer alip verdigin
Her gün, her saat yeniden hatirla
O sonsuz karanliginda
Tek bir beyaz nokta kaldiysa

Her gün, her saat yeniden unut beni
Her gün, her saat yeniden hatirla..


26 Kasim 2001 Pazartesi - 02:00
Önceden yazılmışı var, yazmışım, 6 sene geçmiş üzerinden.. Sanırım şimdi yazsam aynısını yazardım.. Sıcak.. Eski ama sıcak..

Pazartesi, Ocak 07, 2008

Ölüm

- En kötü hastalığın bu olur umarım, seni bu şekilde görmeye dayanamıyorum..
- Çok serum yedim ama ben..
- İşte, en kötüsü böyle kıytırık bir soğuk algınlığından olur diyorum..
- Kıytırık haa, hiç tee..

Yatağa o şekilde masumane ve çaresiz yatışını görmek içimi parçalamıştı. Sevdiğin kişinin, senden bir parça haline gelmiş olan sevgilinin bu şekilde yatışı..

- Buradan çok tatlı görünüyorsun..
- Hastasın ya, ondandır..
- Beni bu kadar çokmu seviyorsun gerçekten?
- Halâ sorguluyor musun? Baksana halime..
- Abimleri görmek istiyorum, eşi hamileyken hiç ziyaretlerine gidemedim.
- Mucize gibi bir olay, çocuklar ne tatlı.. Minnacık başını avuçlarımın arasına alıp omzuma yatırmak ve onu hissetmek isterdim.
- Annelik hormonu var, onu biz hissediyoruz, sizde yokki!
- Olsun, ama ben hissedeceğime eminim, şimdiden.. Hem ne güzel şeyler öğretirdim ona..
- Asıl ben öğreteceğim, sen dur bakalım..

Gidip gelişlerinin arasına soktuğu hayal ötesi ve beni çok mutlu eden cümlelerdi bunlar. Mutlu eden ama hiç umutlandırmayan nedense.. Bir çocuğumuz olduğu hayalini kurmuştu anlık olarak.. Bir sandalye çekerek yanına oturdum, yaklaştım. Yüzü avuçlarımın arasında bir çocuk gibi masum, gözlerini kapadı. Sonra yanağımı okşadı usulca.. Hemen ardından, nedensizce ağlamaya başladı. Bir peçete bulup eline tutuşturdum..

- Neyin var, ne geldi aklına?
- Hiç, hiçbir şey..
- Ne oldu?

Belli belirsiz, 'sana itiraf edebilsem' dudakları arasından zincirlerini koparmış kuduz bir köpek gibi boğazıma atıldı sanki.. Bir anda kalp atışlarımı gözlerimde hisseder olmuştum..

- Tahmin edebiliyorum..
- Ne?
- Halâ onu seviyorsun değil mi?

Neden böyle söyledim bilemiyorum ama, birden ağzımdan çıkıverdi kelimeler.. Bilinçaltım küçük bir kızılcık sopası ile döküyordu olgunlaşmamış meyvelerini yeni yeşermeye başlamış kan ağacından sanki.. Hıçkırıklara boğularak devam etti;

- Galiba, emin değilim.. Rüyalarıma giriyor son zamanlarda.. Nedenini bilmiyorum. Onu bir daha hiç göremeyecek olmak beni çok üzüyor galiba.. Sana her bakışımda onu görüyor gibiyim. Galiba son zamanlarda yaşadığımız sorunlar, girdiğim depresyon hali beni bu şekilde yaptı.. Emin değilim.. Emin değilim..

Zaman durdu.. Kalp atışlarımı hissetmiyordum. Bundan daha ağır, daha aşağılık ne olabilirdi benim için?.. Serum bitmişti. Gidip güler bir yüzle hemşireyi çağırdım. Gülerek teşekkür ettik ayrılırken.. Arabaya kadar konuşmadı.

- Bir keresinde bayıldığımda başucumda oda beklemişti bu şekilde. Ayıldığım zaman ilk defa anlamlı baktığını hissetmiştim mavi gözlerinin..

Mavi gözler.. Anlamlı.. Bayılmak.. Başucumda.. Beklemek.. Mavi sıcaklar, bunaltı.. Soğuk.. Seni aylar boyunca döven, 'kurtulmak istiyorum ondan' , 'hiç sevmiyorum' dediğin o değil miydi? Seni döven, sana bunu yapabilen.. Kalbimin ağzımdan fırlayıp gitmemesi için dudaklarımı dahi aralayamıyordum.

- Bir şey söylemeyecek misin?
- Sıvı al, doktor söyledi ihmal etme bak..

Arabadan indi, gidip parkettim. Bir ölü gibi sessiz yürümeye başladım. Yokluğumu herkes hissetsin, ama beni kimse farketmesin istedim insanların arasındayken.. Donuk, mavi, soğuk bir surat ile.. Beni hiç sevmemiş olduğunu düşündüm bir an.. Herşey yalandı..

Herşey yalan mıydı?

Çekmecemde neden ve nasıl bulunduğunu anlamadığım, parlak ve cilalı altı patları aldım. Smith&Wesson Model 19-5.. 1955 model, saat gibi işleyen, kusursuz bir Magnum.. İçine altı adet soğuk 9mm mermiyi sakince yerleştirdim. Soğuk herşeye işlemişti. Namlunun ucu ölüm kadar soğuktu. Çene kemiğimin birkaç santim içine doğru alltan yumuşak ete dayadım. Gözlerimi kapadım. Kalbimin bu kadar hızlı attığı anlar hep onsuz olduğumu, yanımda sonsuza kadar olmayacağını düşündüğüm zamanlardı, hepsini şeffaf bir zaman tünelinde aynı anda tekrar yaşar gibi oldum. Kalbim dahada hızlı atmaya ve göğüs çeperime çarpmaya başladı. Namlunun ucu ölüm kadar soğuktu. Silahın horozunu yavaşça kaldırdım. Sade, basit ama bir o kadar uyarıcı, metalik bir 'tik' sesi geldi.. Geçen her salisenin ardından tüm saatlerden çıkan seste buydu işte tamda.. Geçen her salisenin dönüşü olmadığını anımsatan, güçlü birer gong gibi kulaklarda çınlayan, sade, basit, metalik bir 'tik'..

Bir yüzüğün içinde nazlı nazlı gezinir şekilde duran işaret parmağım yeni başlangıcı sabırsızca kovalarcasına salise salise yüklendi tetiğe. Tüm gücünü toplayan horoz okşayarak abandı mermiye. Makro boyutlarda bir kumsalı doldurabilecek kadar çok olan herbir barut tanesi şakaklarımda hissettiğim alev kadar ısınmaya başladı. 380 beygirlik bir Cobra motorundan çıkan ilkel böğürtüyü andıran çığlıklarla hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Mermi çekirdeği ürkerek ayrıldı kovandan ve namludaki yive sürtünmeye başladı. Tünelden tren gelmeden önceki hava akışına benzer, güçlü bir basınç hissediyordum çenemin hemen altında.. Namlunun içinde döne döne hızla bana kavuşmak ve bir parçam olmak için can atar halde geliyordu. Hissiz bir temas.. Acısız bir yüklenme.. Kolayca çenemi geçerek ağzımın içine ulaşmıştı. Olsa olsa en fazla anestezik halde bir diş çekim seansını andırıyordu bu sahne.. Bir kaç salise ağzımın içinde amaçsızca kaldı ve hemen ardından güçlü bir şekildeüst damağıma çarparak burun boşluğuma ve beynime doğru yol almaya başladı. Bu kez sanki yüzlerce elli ve her elinde keskin birer orakla beynimden oluşan tarlayı biçmeye başladı bir azrail kararlılığında. Kuvvetli bir girdap.. Anılardan ve hayal kırıklığından oluşan, kuvvetli bir girdap.. Kafatasımı delip geçtikten sonra, alçı tavanı geçemeyecek kadar zayıflamış halde masama, tam önüme düşüverdi. Çekirdeği temizledim. Çekmecemi açarak diğerlerinin yanına usulca bıraktım.

Soğuk herşeye işlemişti..
Dedemden yadigar cep saatinden basit ama bir o kadar uyarıcı, metalik bir 'tik' sesi geldi..

Perşembe, Ocak 03, 2008

Dili Zifir

Gönlüme zifir düşende
Alıp gönlümü yel, götürende
Eli açık, göğe savuranda
Gün gece olur
Gece zifiri karanlık o anda
Sensizliğin dili zifir..

IQt ksk0301081438

Salı, Ocak 01, 2008

Ah şu gönlüm.. Şaka gibi..

Nev - Sukutu hayal

Ne başlayabildik doğru dürüst
Ne de bitirebildik
Ne vazgeçebildim bilirsin beni
Ne de anlatabildim
Ah bu aşk iflah etmez beni
Vurulsa umrumda değil
Biliyorum
Zaman sen diyorlar çaresi
Geç de nasıl geçersen geç bildiğin gibi

Ah şu gönlüm hiç kimseyi böyle sevmedi
Hiç kimseye böylesine yenilmedi
Ne yapsam ne söylesem de değişmedi
Ama Al dedim vur demedim ki

Ayakta hislerim dilimde düğümler
Söz geçmiyor ki kendime
Mecalim yok
Anlat diyorsun ya bendeki usul kıyameti
Hani birisi daha çok sever ya
Bizimkisi o misal
Meğer o vefasız çoktan gitmiş
Gel de anlat kendine
Gel de anlat ellere

Ah şu gönlüm hiç kimseyi böyle sevmedi
Hiç kimseye böylesine yenilmedi
Ne yapsam ne söylesem de değişmedi
Ama Al dedim vur demedim ki
Related Posts with Thumbnails