Pazartesi, Ocak 07, 2008

Ölüm

- En kötü hastalığın bu olur umarım, seni bu şekilde görmeye dayanamıyorum..
- Çok serum yedim ama ben..
- İşte, en kötüsü böyle kıytırık bir soğuk algınlığından olur diyorum..
- Kıytırık haa, hiç tee..

Yatağa o şekilde masumane ve çaresiz yatışını görmek içimi parçalamıştı. Sevdiğin kişinin, senden bir parça haline gelmiş olan sevgilinin bu şekilde yatışı..

- Buradan çok tatlı görünüyorsun..
- Hastasın ya, ondandır..
- Beni bu kadar çokmu seviyorsun gerçekten?
- Halâ sorguluyor musun? Baksana halime..
- Abimleri görmek istiyorum, eşi hamileyken hiç ziyaretlerine gidemedim.
- Mucize gibi bir olay, çocuklar ne tatlı.. Minnacık başını avuçlarımın arasına alıp omzuma yatırmak ve onu hissetmek isterdim.
- Annelik hormonu var, onu biz hissediyoruz, sizde yokki!
- Olsun, ama ben hissedeceğime eminim, şimdiden.. Hem ne güzel şeyler öğretirdim ona..
- Asıl ben öğreteceğim, sen dur bakalım..

Gidip gelişlerinin arasına soktuğu hayal ötesi ve beni çok mutlu eden cümlelerdi bunlar. Mutlu eden ama hiç umutlandırmayan nedense.. Bir çocuğumuz olduğu hayalini kurmuştu anlık olarak.. Bir sandalye çekerek yanına oturdum, yaklaştım. Yüzü avuçlarımın arasında bir çocuk gibi masum, gözlerini kapadı. Sonra yanağımı okşadı usulca.. Hemen ardından, nedensizce ağlamaya başladı. Bir peçete bulup eline tutuşturdum..

- Neyin var, ne geldi aklına?
- Hiç, hiçbir şey..
- Ne oldu?

Belli belirsiz, 'sana itiraf edebilsem' dudakları arasından zincirlerini koparmış kuduz bir köpek gibi boğazıma atıldı sanki.. Bir anda kalp atışlarımı gözlerimde hisseder olmuştum..

- Tahmin edebiliyorum..
- Ne?
- Halâ onu seviyorsun değil mi?

Neden böyle söyledim bilemiyorum ama, birden ağzımdan çıkıverdi kelimeler.. Bilinçaltım küçük bir kızılcık sopası ile döküyordu olgunlaşmamış meyvelerini yeni yeşermeye başlamış kan ağacından sanki.. Hıçkırıklara boğularak devam etti;

- Galiba, emin değilim.. Rüyalarıma giriyor son zamanlarda.. Nedenini bilmiyorum. Onu bir daha hiç göremeyecek olmak beni çok üzüyor galiba.. Sana her bakışımda onu görüyor gibiyim. Galiba son zamanlarda yaşadığımız sorunlar, girdiğim depresyon hali beni bu şekilde yaptı.. Emin değilim.. Emin değilim..

Zaman durdu.. Kalp atışlarımı hissetmiyordum. Bundan daha ağır, daha aşağılık ne olabilirdi benim için?.. Serum bitmişti. Gidip güler bir yüzle hemşireyi çağırdım. Gülerek teşekkür ettik ayrılırken.. Arabaya kadar konuşmadı.

- Bir keresinde bayıldığımda başucumda oda beklemişti bu şekilde. Ayıldığım zaman ilk defa anlamlı baktığını hissetmiştim mavi gözlerinin..

Mavi gözler.. Anlamlı.. Bayılmak.. Başucumda.. Beklemek.. Mavi sıcaklar, bunaltı.. Soğuk.. Seni aylar boyunca döven, 'kurtulmak istiyorum ondan' , 'hiç sevmiyorum' dediğin o değil miydi? Seni döven, sana bunu yapabilen.. Kalbimin ağzımdan fırlayıp gitmemesi için dudaklarımı dahi aralayamıyordum.

- Bir şey söylemeyecek misin?
- Sıvı al, doktor söyledi ihmal etme bak..

Arabadan indi, gidip parkettim. Bir ölü gibi sessiz yürümeye başladım. Yokluğumu herkes hissetsin, ama beni kimse farketmesin istedim insanların arasındayken.. Donuk, mavi, soğuk bir surat ile.. Beni hiç sevmemiş olduğunu düşündüm bir an.. Herşey yalandı..

Herşey yalan mıydı?

Çekmecemde neden ve nasıl bulunduğunu anlamadığım, parlak ve cilalı altı patları aldım. Smith&Wesson Model 19-5.. 1955 model, saat gibi işleyen, kusursuz bir Magnum.. İçine altı adet soğuk 9mm mermiyi sakince yerleştirdim. Soğuk herşeye işlemişti. Namlunun ucu ölüm kadar soğuktu. Çene kemiğimin birkaç santim içine doğru alltan yumuşak ete dayadım. Gözlerimi kapadım. Kalbimin bu kadar hızlı attığı anlar hep onsuz olduğumu, yanımda sonsuza kadar olmayacağını düşündüğüm zamanlardı, hepsini şeffaf bir zaman tünelinde aynı anda tekrar yaşar gibi oldum. Kalbim dahada hızlı atmaya ve göğüs çeperime çarpmaya başladı. Namlunun ucu ölüm kadar soğuktu. Silahın horozunu yavaşça kaldırdım. Sade, basit ama bir o kadar uyarıcı, metalik bir 'tik' sesi geldi.. Geçen her salisenin ardından tüm saatlerden çıkan seste buydu işte tamda.. Geçen her salisenin dönüşü olmadığını anımsatan, güçlü birer gong gibi kulaklarda çınlayan, sade, basit, metalik bir 'tik'..

Bir yüzüğün içinde nazlı nazlı gezinir şekilde duran işaret parmağım yeni başlangıcı sabırsızca kovalarcasına salise salise yüklendi tetiğe. Tüm gücünü toplayan horoz okşayarak abandı mermiye. Makro boyutlarda bir kumsalı doldurabilecek kadar çok olan herbir barut tanesi şakaklarımda hissettiğim alev kadar ısınmaya başladı. 380 beygirlik bir Cobra motorundan çıkan ilkel böğürtüyü andıran çığlıklarla hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Mermi çekirdeği ürkerek ayrıldı kovandan ve namludaki yive sürtünmeye başladı. Tünelden tren gelmeden önceki hava akışına benzer, güçlü bir basınç hissediyordum çenemin hemen altında.. Namlunun içinde döne döne hızla bana kavuşmak ve bir parçam olmak için can atar halde geliyordu. Hissiz bir temas.. Acısız bir yüklenme.. Kolayca çenemi geçerek ağzımın içine ulaşmıştı. Olsa olsa en fazla anestezik halde bir diş çekim seansını andırıyordu bu sahne.. Bir kaç salise ağzımın içinde amaçsızca kaldı ve hemen ardından güçlü bir şekildeüst damağıma çarparak burun boşluğuma ve beynime doğru yol almaya başladı. Bu kez sanki yüzlerce elli ve her elinde keskin birer orakla beynimden oluşan tarlayı biçmeye başladı bir azrail kararlılığında. Kuvvetli bir girdap.. Anılardan ve hayal kırıklığından oluşan, kuvvetli bir girdap.. Kafatasımı delip geçtikten sonra, alçı tavanı geçemeyecek kadar zayıflamış halde masama, tam önüme düşüverdi. Çekirdeği temizledim. Çekmecemi açarak diğerlerinin yanına usulca bıraktım.

Soğuk herşeye işlemişti..
Dedemden yadigar cep saatinden basit ama bir o kadar uyarıcı, metalik bir 'tik' sesi geldi..

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails